Terapi / Danışmanlık Yöntemleri

Terapi / Danışmanlık Yöntemleri

“Şifanın en yüce temeli sevgidir.” - Paracelsus

Son on yılda nörobiyoloji ve psikobiyoloji alanındaki gelişmeler; psikoloji bilimine ve tedavi yaklaşım ve yöntemlerine çok büyük katkılar sağlamış, danışanlarımıza olan bakış açımızı yenilemiş ve güncellemiştir.

Yeni nörobiyoloji kaynaklı buluşlar, genlerimizin interaktif ve empatik olduğunu, yaşanan olayların ve yaşam biçimlerinin genlerin aktivasyonunu yönetip yapılarını değiştirdiğini, duygusal bağlanma yolu ile sadece erken çocukluk döneminin değil nesiller üstü etkilerinde duygusal aktarımlarla bize ulaşan yapıların değişmediği takdirde bizleri de etkileyeceği yönündedir. Yeni nörobiyoloji araştırmalarına göre yaşanan olaylar bunlara bağlı inançlar genlerin aktivasyonunu yöneterek beyindeki yapılarını değiştirebiliyorlar. Her inancımızın, düşünce ve duygumuzun bedenimizde bir titreşim yaratıp kaydolduğunu artık biliyoruz. Duygular biyolojik olarak belirlenmiştir ve kalıtımsal beyin yapısına bağlıdır. Onların evrimle bağlantılı bir geçmişi vardır. Dünya ile mücadele esnasında her şeyden önce bağlı oldukları kişilerle, aynı zamanda kendi bedenleri ile olan tecrübelerle farklılaşmaktadırlar. Duyular, biyolojik ve psikolojik açıdan, hayatta kalmak için önemli ayar sistemleri olarak da algılanmaktadır. ( Dr. Mehmet Zararsızoğlu, Hayatım Pahasına adlı kitabın önsözünden alıntıdır.)

Sistem/Aile Dizimleri ve fenomenolojik psikoloji, sadece hakim olan bilince yeni bilgileri aktarmaz, aynı zamanda bir bilinç- inanç değişimini beraberinde getirir ve bu değişimden bunu yaşayan “ben” korkar ve değişime direnir. Psikoterapi, bilinçlenme demektir . Bilinçlenme ise, “kendi şartlarının gerçeklerini ve kendi hedeflerinin mekanını sorgulama cesaretidir.” (Dr. Mehmet Zararsızoğlu, Hayatım Pahasına adlı kitabın önsözünden alıntıdır.)

Danışanlarımla çalışırken kullandığım yöntemleri ve içeriklerine ait detaylı bilgileri aşağıda bulabilirsiniz. Terapilerimde ana çatıyı Sistem/Aile Dizimleri oluşturmakta ve terapide ilerleyişim eklektik bir yaklaşımla devam etmektedir.

Uyguladığım terapi yöntemleri yaşamın farklı yönlerine farklı şekillerde baktığı gibi, ortak pek çok yöne de sahiptir. Tüm bu yöntemlerin insanın pek çok farklı yönü-yaşantısı üzerinde tamamlayıcı etkisini gördüğüm için ekletik bir yaklaşımı benimsedim. Kullandığım terapi teknikleri genel olarak eyleme dayalı yaklaşımlardır.

SİSTEM/AİLE DİZİMİ

Ruhsal ve yaşamsal sorunlar da tıpkı fiziksel özellikler ve hastalıklar gibi kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.

Bert Hellinger’in kurucusu olduğu Sistem/Aile Dizimleri pek çok uzmanın katkılarıyla daha da zenginleştirilmiş ve geliştirilmiştir.

Sosyal sistemlerin dizimi, 1990’lı yıllarda danışmanlık ve tedavi yöntemi olarak eğitim kurumlarında, cezaevlerinde veya organizasyon ve politika danışmanlığı bir çok alanda ve bir çok ülke de yerleşmiş olup, sürekli olarak genişlemeye devam etmektedir. (Gunthar Weber, 2008)

Sistem/Aile Dizimleri; insan yaşamına, bedenine ve ruhuna ait sorunlarda, hastalık ve krizlerde bir çok danışana kapı aralayıcı olmuş ve psikoterapi dünyasına yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.

Geçmiş kuşaklarda yaşanmış; acılar, kayıplar, dışlanmalar, mutsuzluklar, yok sayılanlar, haksızlıklar, erken ölümler, hastalıklar ve travmalar vb. ailenin kolektif vicdanı ile bugün kü yaşamlarımıza etki edebilmektedir. Bunu pek çok Sistem/Aile Dizimi uygulamalarında görmekteyiz.

Sorunların çözümü ve iyileşme süreci için kuşaktan kuşağa aktarılan bu dinamiklerin görünür hale gelmesi ve kabulu gerekmektedir. Sistem/Aile Dizimleri görünmeyen, kabul edilmeyen durumların, kişilerin/olayların/yaşantıların görünmesine ve kabul edilmesine olanak yaratmakta ve kişiyi çözüme götürebilmektedir.

Dizimler aracılığı ile; olanı olduğu gibi kabul ettiğimizde , üstlendiklerimizi sevgiyle bıraktığımızda yaşam enerjimiz özgüleşir ve kendi yaşamımıza yönebilme gücünü buluruz.

ÇALIŞILAN KONULAR

  • Reddedilme ve dışlanmaya ait duygular
  • Değersizlik/Yetersizlik hissi/Sürekli yargılanma ve eleştirilme
  • Yoğun suçluluk ve kızgınlık hissetme
  • Derin üzüntü ve utanç duygusu
  • Korku, kaygı ve anksiyete yaşama
  • Sürekli mutsuzluk ve enerji düşüklüğü
  • Aşırı yorgunluk hissetme
  • Boşluk, anlamsızlık hissi/Aidiyetsizlik duygusu
  • Kadın-erkek ilişkilerinde ve aile içi ilişkilerde yaşanan sorunlar
  • İş yaşamına ait sorunlar ve para problemleri
  • Sevgiyi alma ve vermede güçlükler
  • Kronik ağrılar ve hastalıklar
  • Cinsel istismar,tecavüz /Şiddete maruz kalma vb.

PSİKODRAMA

Jacob Levi Moreno, Psikodramayı 1920’lerde geliştirmeye başlamıştır. Moreno, Viyana’da tıp eğitimi gördü ve uzmanlık için psikiyatriyi seçti.

Moreno’ya göre psikodramanın temel amacı, insanların spontanlıklarını ve yaratıcılıklarını geliştirmelerine fırsat sağlamaktır. Psikodrama sahnelerinde yaratıcılıklarını ve spontanlıklarını geliştiren kişilerin, topluma, doğaya ve teknolojiye uyum sağlamaları kolaylaşır ve “yarına kalma” şansları artar. Psikodrama yoluyla kişilere, spontanlık ve yaratıcılık kazandırmayı ve onları ruhsal açıdan geliştirmeyi amaçlayan bir tedavi yaklaşımıdır.

Kişilerin günlük yaşamda yaşadıkları problemleri, iç ve dış çatışmaları terapi ortamında, yeniden deneyimleme ve somutlaştırabilme imkanı sunar. Psikodrama, danışana yaşantılarını tekrar canlandırma (ikinci kez yaşadığınızda), bu yaşantıyla ilgili katarsis(duygusal boşalım) yaşamasına iç görü kazanmasına ve dolayısıyla da bu yaşantıyı kontrol edebilmesine olanak sağlamış olur. Ayrıca yaşantılarını yeniden yapılandırma ve yeni davranışlar denemelerini de mümkün kılar. Bu sayede danışan kendisi için en uygun çözümü keşfeder.

Moreno, bizlere, İnsanı ve toplumu anlamamıza yardımcı olan zengin ve renkli bir yaklaşım bırakmıştır. Bugün elimizde, sosyometri ve psikodrama kapsamında kişilere arası etkileşimleri incelerken yararlanabileceğimiz çok sayıda teknik vardır. Tüm bu teknikler, küçük gruplardaki etkileşimleri incelemede ve spontan tiyatro yoluyla kişilerin ruhsal açıdan gelişmelerine/tedavilerine katkı da bulunmada ve günümüz araştırmacılarına, vazgeçilmez bir destek sağlamaktadır.

Moreno’nun ilk önemli gözlemi, Viyana’daki mülteci kampında olmuştur. 1944 yılında Amerikan hava kuvvetlerinde gerçekleştirdiği uygulamada, pilotlara sosyometri testi yapılarak birlikte uçmak isteyenler belirlenmiştir. Birbirlerini karşılıklı olarak seçen pilotların birlikte uçmaları sağlandığında ise, pilot hatalarından kaynaklanan kazaların manidar düzeyde azaldığı gözlenmiştir. (Moreno, 1963)

Psikodrama da dört temel kavram; eylem, spontanlık, yaratıcılık ve rol’dür. Kişi yaratıcı ve spontan olabildiği ölçüde kendini ortaya koyabilir, mutlu olabilir. İnsandaki yaratıcılığın bastırılması ve ortaya çıkamaması durumlarında ruhsal sorunlar görülebilir. Yaratıcılığımızı gösterebilmemizin aracı ise, spontanitedir. Spontanite eski ve yeni durumlara, yeni ve uygun, bizi amaca götürebilecek tepkiler verebilme becerisidir. Kişi spontan olabildiği ölçüde yaşadığı olaylarla baş edebilme becerisi geliştirebilir.

Psikodrama, “şimdi –ve-burada” ilkesi üzerine kurulmuş bir terapi şeklidir. “Şimdi –ve-burada” ilkesi uyarınca “içinde bulunulan an” ön plandadır; ancak “geçmiş” ve “gelecek”de göz ardı edilmeksizin, içinde bulunulan anla, anlamlı ve bütün oluşturacak şekilde bağdaştırılır. Böylelikle spontanlık için önemli olan şimdi ve burada olabilme becerisi desteklenmiş olur. Danışan, kendisiyle ve yaşadığı olaylarla ilgili farkındalık kazanıp, algılarını değiştirebilir, yaşadığı olaylara farklı ve uygun çözümler üretebilir.

Eşleme, rol değiştirme, ayna gibi temel teknikler kullanılır. Rol değiştirme, danışana farklı rolleri deneyimleme, problem yaşadığı kişinin rolüne geçerek olaylara onun gözünden bakabilme olanağı sunar. Böylelikle danışan iç görü kazanır, empati becerisi gelişir ve rol repertuarı artar. Ayna tekniği ile kendi gerçekliğine dışarıdan bakabilme ve olayları izleyebilme olanağı bulur.

Psikodrama yöntemi, kişisel problemler, davranış eğitimi, atılganlık eğitimi, eğitim, iş, yönetim, personel eğitimi, kişisel gelişim gibi pek çok farklı alanda kullanılmaktadır. Bir kişinin duygusal alanda yaşadığı problemleri çözmesini sağlama, çeşitli rolleri öğrenme, iletişim ve problem çözme becerileri kazanma, liderlik becerilerini geliştirme gibi pek çok alanda yararlanılabilir.

Psikodrama tekniklerinin, bireysel ve grup uygulaması mevcuttur.

KOGNİTİF TERAPİ

Kognitif Terapi, psikolojik ve psikiyatrik bozukluklarda kullanılan bir psikoterapi yöntemidir. Dr. Aaron T. Beck tarafından 1960’da geliştirilmiş ve dünya çapında sıklıkla uygulanmaktadır.

1977 yılından bu yana, Kognitif Terapi'nin etkililiğini ve geçerliliğini vurgulayan pek çok kontrollü, sistematik çalışma ve araştırma yapılmıştır. Dünyadaki ve özellikle ABD'deki araştırmacılar araştırma bulgularına dayanarak bu tedavi yönteminin pek çok psikiyatrik ve psikolojik hastalıkta etkili olduğunu vurgulamakta ve aynı zamanda medikal hastalıklarda da etkili ve yararlı olduğu
gözlenmektedir.

Kognitif Terapi, danışanın kendisine ve sorunlarına yönelik bir psikoterapi yöntemidir.

Kognitif Terapi Modeli

Kognitif terapi yaklaşımına göre, psikolojik bozuklukların altında, danışanın ruhsal durumunu ve davranışlarını etkileyen çarpıtılmış ya da işlevsel olmayan düşüncelerin bulunduğunu savunur.

Kognitif Terapi Modeli’ne göre, duygularımız ve davranışlarımız, olayları algılama biçimimizden oluşmaktadır. Başka bir ifadeyle biz olaylardan değil, olaylara bakış açımızdan ve onlara yaptığımız yorumlardan etkilenmekteyiz.

Çocukluğumuzdan beri kazandığımız bazı kök inançlar vardır. Bu kök inançlar tamamen ailemiz ve çevremizdeki diğer insanların ve dış dünyanın gerçeklerine bağlıdır. Bu "kök inançları", dışsal dünyayı anlamak, ana tepkiler vermek ve genel bir felsefe geliştirmek için kullanmaktayız. Kök inançlarımızla koşullu varsayımlar ve tutumlar ortaya koymaktayız. Bunlara "koşullu varsayımlar" denir.
Bazı olaylarla karşılaştığımız zaman inanç ve düşünceler ön plana çıkmakta ve tepki ve davranışımızı
etkilemektedir. Bunlara “otomatik düşünceler” denir.

Kognitif Terapi Modeli’ne göre; kök inançlar, koşullu varsayımlar ve otomatik düşünceler danışanla terapist iş birliği içinde keşfedilip, gerçekliği Kognitif Terapi teknikleri kullanılarak sorgulanabilir ve bu inançlar işlevsiz ve mantıksız olarak belirlenirse danışanın “Kendini Keşif” yöntemiyle bu inançları değiştirebilmesine ve kendi yararına yönelik yeniden yapılandırmasına yardımcı olunur.

Çarpıtılmış ve işlevsiz düşüncelerin, gerçekçi bir şekilde analiz edilerek yeniden kurgulanması duygu ve davranışlarda düzelmelere yol açacaktır. Kalıcı düzelmeler danışanın işlevsel olmayan temel inançlarının değiştirilmesi ile mümkündür.

Tekrarlayan depresyonlar, obsesif kompalsif bozukluk, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, paranoid durumlar, kronik ağrı, kişilik bozuklukları, panik bozukluk, sosyal fobi, madde bağımlılığı, yeme bozuklukları ve cinsel fonksiyon bozuklukları olan kişiler bilişsel terapilerden fayda görürler.

GESTALT TERAPİ

Fritz Perls,Laura Perls ve Paul Goodman tarafından 1940’lı yılların sonlarında geliştirilen Gestalt Terapi yaklaşımı; algısal, bilişsel, kişiler arası ve davranışsal yaklaşımların sentezlendiği bütünleyici bir sistemdir.

Gestalt terapinin en önemli önermesi, bütüncüllük ve alan kuramıdır. Bu önerme, bir bütünün anlam ve içeriğinin, bütünü oluşturan parçaların tek tek toplamından daha önemli ve farklı olduğunu ifade eder. Psikoloji dünyasında tek doğru diye bir şey olmamakta, doğru insanın bakış açısına göre değişebilmektedir.

Alan kuramına göre insanlar, yaşadıkları alan ve bağlam açısından anlaşılmadıkça, anlaşılmaları zordur. Bütüncüllük kavramı, kişi ve çevresi arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak ele alır ve “şimdi ile burada”ya odaklanır, terapi başarısında en önemli faktörün terapist ile danışan arasındaki ilişki olduğunu savunur.

Bütüncül bakış açısında; insanı, zihinsel, bedensel ve ruhsal gibi ayrımlara bölmek yerine bunları bir bütün olarak ele alır. Bedensel, zihinsel duygusal yaşantılar birbirinden ayrılamaz.

Gestalt terapi, aynı zamanda varoluşçu bir yaklaşımı da benimser. Buna göre her insan, her zaman için seçme ve kendisini yeniden yaratma güç ve yeteneğine de sahiptir. İnsanın doğuştan genetik olarak sahip olduğu cinsellik, öfke, korku, ağlama, öldürme gibi dürtüleri, inkar etme, bastırma yoluyla sindirmekte ya da utanmasına yol açmaktadır. Bu durum büyük bir ruhsal çatışma yaratmaktadır. Bununla baş edebilmenin yolu kendini olduğu gibi kabul etmekle mümkündür. Bu kendini gerçekleştirme yolculuğunda yaşamda her bireyin önüne her zaman yeni sorunlar, yeni fırsatlar, yeni alternatifler çıkacaktır. Bu yolculukta insan ölüm, yalnızlık, belirsizlik, izolasyon, özgürlük, sorumluluk gibi varoluşsal gerçeklerle de karşı karşıyadır.

Gestalt yaklaşımı, fenomenolojik ilkeleri temel alan bir psikoterapi yöntemidir. Fenomenolojik yaklaşıma göre, bir şeyin anlamı , o kişiye ve içinde bulunduğu ana göre değişebilmektedir.İskele de bağlı bir balıkçı teknesi, bir balıkçı için geçim kaynağı, bir başkası için fotoğraf kadrajında harika bir manzara, bir başkası için deniz ve tatil, deniz tutan birisi içinde baş dönmesi ve bulantı kaynağı olabilir. Bunun yanında kişinin, çevresinde nelerin farkında olup olmadığı yani neleri algıladığı da onun fenomenolojisine bağlıdır.

İnsanoğlu yaşamını sürdürmek için, susadığında su bulup içmek, yorulduğunda dinlenmek ve uyumak gibi eylemleri içgüdüsel olarak yapabilmektedir. Evrimsel süreçte tüm bunlara kendini ayarlama mekanizması geliştirmiş ve isteklerini bekletebilir duruma gelmiştir. Bu ayarlama mekanizması kişiye mevcut koşullar değişene kadar dayanma gücü vermekte, en uygun koşul ve en iyi biçimde karşılamaya yol gösterip, zemin hazırlamaktadır. Ancak ihtiyaçlar çok uzun süre karşılanmaz ise, fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başlar.

Gestalt terapi yaklaşımı, insanı ve çevreyi bir bütün olarak ele alır ve ruh sağlığını, kişi ile çevre arasındaki uyuma göre tanımlar.

Gestalt terapi yaklaşımı, performans kaygısı, kaygı bozuklukları, depresyon, mükemmeliyetçilik, kriz durumları ve uyum sorunları, travma sonrası stres bozukluğu, psikosomatik hastalıklar, hipertansiyon, kişilik bozuklukları, alkol ve kumar bağımlılığı, cinsel sorunlar, evlilik sorunları çocuk ve ergen sorunlarında etkili bir tedavi yöntemidir.

Şirket ve kurumların personel sorunlarında, öğrenci ve meslek elemanlarının performanslarının yükseltilmesinde ve kişisel gelişim uygulamalarında yaygın bir kullanıma sahiptir.

OYUN TERAPİSİ

Oyun; çocuğun kendini ifade etme yöntemi ve en önemli uğraşlarından birisidir. Oyun becerisi (oyunu başlatma-sürdürme-bitirme) çocukluk döneminin gelişimsel basamaklarındandır. Aynı zamanda oyun, çocuğun ruhunun bir yansımasıdır ve anlam doludur.

Oyun terapisi; oyun ve oyuncaklar kullanılarak çocuklar ile iletişim kurmaya, sorunlarını çözmelerine ve olumsuz davranışlarını değiştirmeye odaklanan özel bir süreçtir.

Oyun terapisinde amaç; Çocukların oyunu ve oyuncakları kullanarak kendilerine olan güvenlerini arttırmak, duygusal ve sosyal gelişimlerini kolaylaştırmak, kendi içindeki yaratıcılığı ve gücü ortaya çıkararak yaşadığı zorluklar karşısında çözüm üretebilme becerilerini geliştirmektir. Bunun için terapi sürecinde çocuğa güvenli bir alan yaratılır.

ÇOCUK PSİKODRAMASI

Psikodrama sahnesi çocuklara, kendilerini güvende hissedebilecekleri bir ortamda; duygularını, düşüncelerini ve çatışmalarını ifade etme ve çalışma imkanı sunar. Her türlü yaşantılarını bedensel ve sözel olarak rahatlıkla ortaya koymalarına yardımcı olur.

Psikodrama yoluyla çocuklar; kendini ifade etme becerisi kazanır, kendine güveni artar, ilişkilerinde sağlıklı davranışlar benimser, yaratıcılığı artar, rol repertuarı zenginleşir, sorun çözme becerisi gelişir, korku ve kaygılarıyla baş etmeyi öğrenir.

BACH ÇİÇEK TERAPİSİ

Bach çiçekleri, İngiliz Dr. Edward Bach tarafından 1930’larda geliştirilmiş bir şifa yöntemidir. Edward Bach bitkiler dünyasındaki bazı türlerin insanları manevi yönden etkileyebildiğini bulmuş ve bu bitkilerin “homeopatik” özleriyle bazı duygusal hallerin değişebildiğini keşfetmiştir.

Edward Bach korku, çaresizlik, belirsizlik ve kararsızlık gibi olumsuz duygular içerisinde olduğumuzda; yaşamımızda bir şeylerin eksik olduğu olgusundan hareket etmiştir. Bu eksik olan şey, o anda sahip olmadığımız belirli bir enerji veya canlılıktır. Bu enerjiler “Bach çiçekleri” tarafından yerine konabilir ve bu enerji biz de tamamlanana kadar etki ederler.

Bach Çiçek Terapisi, duyguları ve ruh halini uyumlamayla birlikte; bizim kendi kendimizi “iyileştirme gücümüzü” harekete geçirir ve kendi yolumuzu bulmamıza da destek olur. Olumsuz düşünce biçiminden ve olumsuz duygulardan, pozitif düşünme biçimine ve olumlu duygulara doğru bir değişim ve dönüşüm sürecini başlatır.

Bununla ilgili 38 adet kür vardır. Bunlar 38 farklı gruba ayrılmış ruhsal ve farklı duygusal yapıyı teşkil eden nitelikler taşır. İlaç değildir, bazı bitkilerin “homeopatik “kürleridir.

Bach Çiçek Terapisi şu alanlarda kullanılabilir:

  • Gerginlik, Yorgunluk
  • Stres
  • Uyku Sorunları
  • Öfke
  • Aşırı Üzüntü, Şok
  • Çaresizlik
  • Kararsızlık
  • Suçluluk Duygusu
  • Sosyal İlişkilerde Yaşanılan Sorunlar
  • Kaygılar
  • Belirli ve Belirsiz Korkular
  • Konsantrasyon Bozukluğu
  • Özgüven eksikliği vb.

GEVŞEME TEKNİKLERİ

Nefes Teknikleri: Stresle başa çıkmanın ve gevşemenin en etkili yöntemlerinden biri nefes teknikleridir. Doğru ve derin nefes alıp-vermeyi öğrenmek, yapabilmek gevşemeyi öğrenme yolunda atılan en önemli adımdır.

Nefes alıp vermenin kendisi bir gevşeme yolu olduğu gibi, bütün gevşeme egzersizleri içerisinde egzersizin bir parçası olarak da kullanılır. İyi nefes almak, iyi nefes vermekle olur.

Bedensel gevşeme: Gergin olduğumuzda salgılanan kimyasallarla gevşeme durumunda salgılanan kimyasallar farklıdır. Gevşemenin öğrenilmesi ve uygulanması ile, gerginlik sırasında ortaya çıkan kimyasallar kaybolur ve beden gevşeme durumuna geçer. Gerginlik ve gevşeme arasındaki farklılıklar öğrenilir, bedene ilişkin farkındalık kazanılır.