Hoşgeldiniz

Ben Fatma Tosun, aldığım eğitimler ve kazandığım deneyimlerle sizlere bu siteyi hazırladım.

İnternet sitemde insanın yaşamı boyunca başına gelebilecek herşeyi bulmakla beraber, doğru bildiğimiz yanlışlar ve hayatın olağanları ile de tanışabilirsiniz!

Çalışma Alanlarım olan;

  • Çocuk
  • Ergen
  • Yetişkin
  • Çift ve Aile Danışmanlığı
  • Hamile Danışmanlığı
  • Loğusa Danışmanlığı
  • Anne-Baba-Bebek İlişkisi

bölümlerine ait detaylı bilgilere menüdeki ALANLAR düğmesine basarak ulaşabilirsiniz.

Terapi/Danışmanlık yöntemlerimden;

  • Sistem/Aile Dizimi
  • Psikodrama
  • Kognitif Terapi
  • Gestalt Terapi
  • Bach Çiçek Terapisi
  • Gevşeme TekniklerI

ait içerikler için menüdeki YÖNTEMLER düğmesine tıklayabilirsiniz.

Blogumda;

  • Çocuk
  • Ergen
  • Yetişkin
  • Aile

bölümlerinde, sizlere yararı dokunacağını ve yaşamınıza rehberlik edeceğini düşündüğüm yazılarıma menüdeki BLOG düğmesine tıklayarak okuyabilirsiniz.


ALGIMIZI DEĞİŞTİRDİĞİMİZDE TÜM YAŞAMIMIZ DEĞİŞİR…

Acı ne kadar derinde olsa da zamanla tüm çiçekler güneşe döner yüzünü… Kalbin anahtarıdır gündüz sefası. Ruhlarında en derin izleri taşıyanları bile çiçekleriyle sarmalar, filizleriyle umut taşır. SARAH JIO

DEVAMINI OKU..

İletişim

Psikolog/Psikoterapist Fatma Tosun
Prof. Vehbi Sarıdal Sokak No: 23/1
Kadıköy-İstanbul
M: 0533 622 76 59
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
www.fatmatosun.com

DEVAMINI OKU..

Terapi / Danışmanlık Yöntemleri

“Şifanın en yüce temeli sevgidir.” - Paracelsus

Son on yılda nörobiyoloji ve psikobiyoloji alanındaki gelişmeler; psikoloji bilimine ve tedavi yaklaşım ve yöntemlerine çok büyük katkılar sağlamış, danışanlarımıza olan bakış açımızı yenilemiş ve güncellemiştir.

Yeni nörobiyoloji kaynaklı buluşlar, genlerimizin interaktif ve empatik olduğunu, yaşanan olayların ve yaşam biçimlerinin genlerin aktivasyonunu yönetip yapılarını değiştirdiğini, duygusal bağlanma yolu ile sadece erken çocukluk döneminin değil nesiller üstü etkilerinde duygusal aktarımlarla bize ulaşan yapıların değişmediği takdirde bizleri de etkileyeceği yönündedir. Yeni nörobiyoloji araştırmalarına göre yaşanan olaylar bunlara bağlı inançlar genlerin aktivasyonunu yöneterek beyindeki yapılarını değiştirebiliyorlar. Her inancımızın, düşünce ve duygumuzun bedenimizde bir titreşim yaratıp kaydolduğunu artık biliyoruz. Duygular biyolojik olarak belirlenmiştir ve kalıtımsal beyin yapısına bağlıdır. Onların evrimle bağlantılı bir geçmişi vardır. Dünya ile mücadele esnasında her şeyden önce bağlı oldukları kişilerle, aynı zamanda kendi bedenleri ile olan tecrübelerle farklılaşmaktadırlar. Duyular, biyolojik ve psikolojik açıdan, hayatta kalmak için önemli ayar sistemleri olarak da algılanmaktadır. ( Dr. Mehmet Zararsızoğlu, Hayatım Pahasına adlı kitabın önsözünden alıntıdır.)

Sistem/Aile Dizimleri ve fenomenolojik psikoloji, sadece hakim olan bilince yeni bilgileri aktarmaz, aynı zamanda bir bilinç- inanç değişimini beraberinde getirir ve bu değişimden bunu yaşayan “ben” korkar ve değişime direnir. Psikoterapi, bilinçlenme demektir . Bilinçlenme ise, “kendi şartlarının gerçeklerini ve kendi hedeflerinin mekanını sorgulama cesaretidir.” (Dr. Mehmet Zararsızoğlu, Hayatım Pahasına adlı kitabın önsözünden alıntıdır.)

Danışanlarımla çalışırken kullandığım yöntemleri ve içeriklerine ait detaylı bilgileri aşağıda bulabilirsiniz. Terapilerimde ana çatıyı Sistem/Aile Dizimleri oluşturmakta ve terapide ilerleyişim eklektik bir yaklaşımla devam etmektedir.

Uyguladığım terapi yöntemleri yaşamın farklı yönlerine farklı şekillerde baktığı gibi, ortak pek çok yöne de sahiptir. Tüm bu yöntemlerin insanın pek çok farklı yönü-yaşantısı üzerinde tamamlayıcı etkisini gördüğüm için ekletik bir yaklaşımı benimsedim. Kullandığım terapi teknikleri genel olarak eyleme dayalı yaklaşımlardır.

SİSTEM/AİLE DİZİMİ

Ruhsal ve yaşamsal sorunlar da tıpkı fiziksel özellikler ve hastalıklar gibi kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.

Bert Hellinger’in kurucusu olduğu Sistem/Aile Dizimleri pek çok uzmanın katkılarıyla daha da zenginleştirilmiş ve geliştirilmiştir.

Sosyal sistemlerin dizimi, 1990’lı yıllarda danışmanlık ve tedavi yöntemi olarak eğitim kurumlarında, cezaevlerinde veya organizasyon ve politika danışmanlığı bir çok alanda ve bir çok ülke de yerleşmiş olup, sürekli olarak genişlemeye devam etmektedir. (Gunthar Weber, 2008)

Sistem/Aile Dizimleri; insan yaşamına, bedenine ve ruhuna ait sorunlarda, hastalık ve krizlerde bir çok danışana kapı aralayıcı olmuş ve psikoterapi dünyasına yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.

Geçmiş kuşaklarda yaşanmış; acılar, kayıplar, dışlanmalar, mutsuzluklar, yok sayılanlar, haksızlıklar, erken ölümler, hastalıklar ve travmalar vb. ailenin kolektif vicdanı ile bugün kü yaşamlarımıza etki edebilmektedir. Bunu pek çok Sistem/Aile Dizimi uygulamalarında görmekteyiz.

Sorunların çözümü ve iyileşme süreci için kuşaktan kuşağa aktarılan bu dinamiklerin görünür hale gelmesi ve kabulu gerekmektedir. Sistem/Aile Dizimleri görünmeyen, kabul edilmeyen durumların, kişilerin/olayların/yaşantıların görünmesine ve kabul edilmesine olanak yaratmakta ve kişiyi çözüme götürebilmektedir.

Dizimler aracılığı ile; olanı olduğu gibi kabul ettiğimizde , üstlendiklerimizi sevgiyle bıraktığımızda yaşam enerjimiz özgüleşir ve kendi yaşamımıza yönebilme gücünü buluruz.

ÇALIŞILAN KONULAR

  • Reddedilme ve dışlanmaya ait duygular
  • Değersizlik/Yetersizlik hissi/Sürekli yargılanma ve eleştirilme
  • Yoğun suçluluk ve kızgınlık hissetme
  • Derin üzüntü ve utanç duygusu
  • Korku, kaygı ve anksiyete yaşama
  • Sürekli mutsuzluk ve enerji düşüklüğü
  • Aşırı yorgunluk hissetme
  • Boşluk, anlamsızlık hissi/Aidiyetsizlik duygusu
  • Kadın-erkek ilişkilerinde ve aile içi ilişkilerde yaşanan sorunlar
  • İş yaşamına ait sorunlar ve para problemleri
  • Sevgiyi alma ve vermede güçlükler
  • Kronik ağrılar ve hastalıklar
  • Cinsel istismar,tecavüz /Şiddete maruz kalma vb.

PSİKODRAMA

Jacob Levi Moreno, Psikodramayı 1920’lerde geliştirmeye başlamıştır. Moreno, Viyana’da tıp eğitimi gördü ve uzmanlık için psikiyatriyi seçti.

Moreno’ya göre psikodramanın temel amacı, insanların spontanlıklarını ve yaratıcılıklarını geliştirmelerine fırsat sağlamaktır. Psikodrama sahnelerinde yaratıcılıklarını ve spontanlıklarını geliştiren kişilerin, topluma, doğaya ve teknolojiye uyum sağlamaları kolaylaşır ve “yarına kalma” şansları artar. Psikodrama yoluyla kişilere, spontanlık ve yaratıcılık kazandırmayı ve onları ruhsal açıdan geliştirmeyi amaçlayan bir tedavi yaklaşımıdır.

Kişilerin günlük yaşamda yaşadıkları problemleri, iç ve dış çatışmaları terapi ortamında, yeniden deneyimleme ve somutlaştırabilme imkanı sunar. Psikodrama, danışana yaşantılarını tekrar canlandırma (ikinci kez yaşadığınızda), bu yaşantıyla ilgili katarsis(duygusal boşalım) yaşamasına iç görü kazanmasına ve dolayısıyla da bu yaşantıyı kontrol edebilmesine olanak sağlamış olur. Ayrıca yaşantılarını yeniden yapılandırma ve yeni davranışlar denemelerini de mümkün kılar. Bu sayede danışan kendisi için en uygun çözümü keşfeder.

Moreno, bizlere, İnsanı ve toplumu anlamamıza yardımcı olan zengin ve renkli bir yaklaşım bırakmıştır. Bugün elimizde, sosyometri ve psikodrama kapsamında kişilere arası etkileşimleri incelerken yararlanabileceğimiz çok sayıda teknik vardır. Tüm bu teknikler, küçük gruplardaki etkileşimleri incelemede ve spontan tiyatro yoluyla kişilerin ruhsal açıdan gelişmelerine/tedavilerine katkı da bulunmada ve günümüz araştırmacılarına, vazgeçilmez bir destek sağlamaktadır.

Moreno’nun ilk önemli gözlemi, Viyana’daki mülteci kampında olmuştur. 1944 yılında Amerikan hava kuvvetlerinde gerçekleştirdiği uygulamada, pilotlara sosyometri testi yapılarak birlikte uçmak isteyenler belirlenmiştir. Birbirlerini karşılıklı olarak seçen pilotların birlikte uçmaları sağlandığında ise, pilot hatalarından kaynaklanan kazaların manidar düzeyde azaldığı gözlenmiştir. (Moreno, 1963)

Psikodrama da dört temel kavram; eylem, spontanlık, yaratıcılık ve rol’dür. Kişi yaratıcı ve spontan olabildiği ölçüde kendini ortaya koyabilir, mutlu olabilir. İnsandaki yaratıcılığın bastırılması ve ortaya çıkamaması durumlarında ruhsal sorunlar görülebilir. Yaratıcılığımızı gösterebilmemizin aracı ise, spontanitedir. Spontanite eski ve yeni durumlara, yeni ve uygun, bizi amaca götürebilecek tepkiler verebilme becerisidir. Kişi spontan olabildiği ölçüde yaşadığı olaylarla baş edebilme becerisi geliştirebilir.

Psikodrama, “şimdi –ve-burada” ilkesi üzerine kurulmuş bir terapi şeklidir. “Şimdi –ve-burada” ilkesi uyarınca “içinde bulunulan an” ön plandadır; ancak “geçmiş” ve “gelecek”de göz ardı edilmeksizin, içinde bulunulan anla, anlamlı ve bütün oluşturacak şekilde bağdaştırılır. Böylelikle spontanlık için önemli olan şimdi ve burada olabilme becerisi desteklenmiş olur. Danışan, kendisiyle ve yaşadığı olaylarla ilgili farkındalık kazanıp, algılarını değiştirebilir, yaşadığı olaylara farklı ve uygun çözümler üretebilir.

Eşleme, rol değiştirme, ayna gibi temel teknikler kullanılır. Rol değiştirme, danışana farklı rolleri deneyimleme, problem yaşadığı kişinin rolüne geçerek olaylara onun gözünden bakabilme olanağı sunar. Böylelikle danışan iç görü kazanır, empati becerisi gelişir ve rol repertuarı artar. Ayna tekniği ile kendi gerçekliğine dışarıdan bakabilme ve olayları izleyebilme olanağı bulur.

Psikodrama yöntemi, kişisel problemler, davranış eğitimi, atılganlık eğitimi, eğitim, iş, yönetim, personel eğitimi, kişisel gelişim gibi pek çok farklı alanda kullanılmaktadır. Bir kişinin duygusal alanda yaşadığı problemleri çözmesini sağlama, çeşitli rolleri öğrenme, iletişim ve problem çözme becerileri kazanma, liderlik becerilerini geliştirme gibi pek çok alanda yararlanılabilir.

Psikodrama tekniklerinin, bireysel ve grup uygulaması mevcuttur.

KOGNİTİF TERAPİ

Kognitif Terapi, psikolojik ve psikiyatrik bozukluklarda kullanılan bir psikoterapi yöntemidir. Dr. Aaron T. Beck tarafından 1960’da geliştirilmiş ve dünya çapında sıklıkla uygulanmaktadır.

1977 yılından bu yana, Kognitif Terapi'nin etkililiğini ve geçerliliğini vurgulayan pek çok kontrollü, sistematik çalışma ve araştırma yapılmıştır. Dünyadaki ve özellikle ABD'deki araştırmacılar araştırma bulgularına dayanarak bu tedavi yönteminin pek çok psikiyatrik ve psikolojik hastalıkta etkili olduğunu vurgulamakta ve aynı zamanda medikal hastalıklarda da etkili ve yararlı olduğu
gözlenmektedir.

Kognitif Terapi, danışanın kendisine ve sorunlarına yönelik bir psikoterapi yöntemidir.

Kognitif Terapi Modeli

Kognitif terapi yaklaşımına göre, psikolojik bozuklukların altında, danışanın ruhsal durumunu ve davranışlarını etkileyen çarpıtılmış ya da işlevsel olmayan düşüncelerin bulunduğunu savunur.

Kognitif Terapi Modeli’ne göre, duygularımız ve davranışlarımız, olayları algılama biçimimizden oluşmaktadır. Başka bir ifadeyle biz olaylardan değil, olaylara bakış açımızdan ve onlara yaptığımız yorumlardan etkilenmekteyiz.

Çocukluğumuzdan beri kazandığımız bazı kök inançlar vardır. Bu kök inançlar tamamen ailemiz ve çevremizdeki diğer insanların ve dış dünyanın gerçeklerine bağlıdır. Bu "kök inançları", dışsal dünyayı anlamak, ana tepkiler vermek ve genel bir felsefe geliştirmek için kullanmaktayız. Kök inançlarımızla koşullu varsayımlar ve tutumlar ortaya koymaktayız. Bunlara "koşullu varsayımlar" denir.
Bazı olaylarla karşılaştığımız zaman inanç ve düşünceler ön plana çıkmakta ve tepki ve davranışımızı
etkilemektedir. Bunlara “otomatik düşünceler” denir.

Kognitif Terapi Modeli’ne göre; kök inançlar, koşullu varsayımlar ve otomatik düşünceler danışanla terapist iş birliği içinde keşfedilip, gerçekliği Kognitif Terapi teknikleri kullanılarak sorgulanabilir ve bu inançlar işlevsiz ve mantıksız olarak belirlenirse danışanın “Kendini Keşif” yöntemiyle bu inançları değiştirebilmesine ve kendi yararına yönelik yeniden yapılandırmasına yardımcı olunur.

Çarpıtılmış ve işlevsiz düşüncelerin, gerçekçi bir şekilde analiz edilerek yeniden kurgulanması duygu ve davranışlarda düzelmelere yol açacaktır. Kalıcı düzelmeler danışanın işlevsel olmayan temel inançlarının değiştirilmesi ile mümkündür.

Tekrarlayan depresyonlar, obsesif kompalsif bozukluk, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, paranoid durumlar, kronik ağrı, kişilik bozuklukları, panik bozukluk, sosyal fobi, madde bağımlılığı, yeme bozuklukları ve cinsel fonksiyon bozuklukları olan kişiler bilişsel terapilerden fayda görürler.

GESTALT TERAPİ

Fritz Perls,Laura Perls ve Paul Goodman tarafından 1940’lı yılların sonlarında geliştirilen Gestalt Terapi yaklaşımı; algısal, bilişsel, kişiler arası ve davranışsal yaklaşımların sentezlendiği bütünleyici bir sistemdir.

Gestalt terapinin en önemli önermesi, bütüncüllük ve alan kuramıdır. Bu önerme, bir bütünün anlam ve içeriğinin, bütünü oluşturan parçaların tek tek toplamından daha önemli ve farklı olduğunu ifade eder. Psikoloji dünyasında tek doğru diye bir şey olmamakta, doğru insanın bakış açısına göre değişebilmektedir.

Alan kuramına göre insanlar, yaşadıkları alan ve bağlam açısından anlaşılmadıkça, anlaşılmaları zordur. Bütüncüllük kavramı, kişi ve çevresi arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak ele alır ve “şimdi ile burada”ya odaklanır, terapi başarısında en önemli faktörün terapist ile danışan arasındaki ilişki olduğunu savunur.

Bütüncül bakış açısında; insanı, zihinsel, bedensel ve ruhsal gibi ayrımlara bölmek yerine bunları bir bütün olarak ele alır. Bedensel, zihinsel duygusal yaşantılar birbirinden ayrılamaz.

Gestalt terapi, aynı zamanda varoluşçu bir yaklaşımı da benimser. Buna göre her insan, her zaman için seçme ve kendisini yeniden yaratma güç ve yeteneğine de sahiptir. İnsanın doğuştan genetik olarak sahip olduğu cinsellik, öfke, korku, ağlama, öldürme gibi dürtüleri, inkar etme, bastırma yoluyla sindirmekte ya da utanmasına yol açmaktadır. Bu durum büyük bir ruhsal çatışma yaratmaktadır. Bununla baş edebilmenin yolu kendini olduğu gibi kabul etmekle mümkündür. Bu kendini gerçekleştirme yolculuğunda yaşamda her bireyin önüne her zaman yeni sorunlar, yeni fırsatlar, yeni alternatifler çıkacaktır. Bu yolculukta insan ölüm, yalnızlık, belirsizlik, izolasyon, özgürlük, sorumluluk gibi varoluşsal gerçeklerle de karşı karşıyadır.

Gestalt yaklaşımı, fenomenolojik ilkeleri temel alan bir psikoterapi yöntemidir. Fenomenolojik yaklaşıma göre, bir şeyin anlamı , o kişiye ve içinde bulunduğu ana göre değişebilmektedir.İskele de bağlı bir balıkçı teknesi, bir balıkçı için geçim kaynağı, bir başkası için fotoğraf kadrajında harika bir manzara, bir başkası için deniz ve tatil, deniz tutan birisi içinde baş dönmesi ve bulantı kaynağı olabilir. Bunun yanında kişinin, çevresinde nelerin farkında olup olmadığı yani neleri algıladığı da onun fenomenolojisine bağlıdır.

İnsanoğlu yaşamını sürdürmek için, susadığında su bulup içmek, yorulduğunda dinlenmek ve uyumak gibi eylemleri içgüdüsel olarak yapabilmektedir. Evrimsel süreçte tüm bunlara kendini ayarlama mekanizması geliştirmiş ve isteklerini bekletebilir duruma gelmiştir. Bu ayarlama mekanizması kişiye mevcut koşullar değişene kadar dayanma gücü vermekte, en uygun koşul ve en iyi biçimde karşılamaya yol gösterip, zemin hazırlamaktadır. Ancak ihtiyaçlar çok uzun süre karşılanmaz ise, fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başlar.

Gestalt terapi yaklaşımı, insanı ve çevreyi bir bütün olarak ele alır ve ruh sağlığını, kişi ile çevre arasındaki uyuma göre tanımlar.

Gestalt terapi yaklaşımı, performans kaygısı, kaygı bozuklukları, depresyon, mükemmeliyetçilik, kriz durumları ve uyum sorunları, travma sonrası stres bozukluğu, psikosomatik hastalıklar, hipertansiyon, kişilik bozuklukları, alkol ve kumar bağımlılığı, cinsel sorunlar, evlilik sorunları çocuk ve ergen sorunlarında etkili bir tedavi yöntemidir.

Şirket ve kurumların personel sorunlarında, öğrenci ve meslek elemanlarının performanslarının yükseltilmesinde ve kişisel gelişim uygulamalarında yaygın bir kullanıma sahiptir.

OYUN TERAPİSİ

Oyun; çocuğun kendini ifade etme yöntemi ve en önemli uğraşlarından birisidir. Oyun becerisi (oyunu başlatma-sürdürme-bitirme) çocukluk döneminin gelişimsel basamaklarındandır. Aynı zamanda oyun, çocuğun ruhunun bir yansımasıdır ve anlam doludur.

Oyun terapisi; oyun ve oyuncaklar kullanılarak çocuklar ile iletişim kurmaya, sorunlarını çözmelerine ve olumsuz davranışlarını değiştirmeye odaklanan özel bir süreçtir.

Oyun terapisinde amaç; Çocukların oyunu ve oyuncakları kullanarak kendilerine olan güvenlerini arttırmak, duygusal ve sosyal gelişimlerini kolaylaştırmak, kendi içindeki yaratıcılığı ve gücü ortaya çıkararak yaşadığı zorluklar karşısında çözüm üretebilme becerilerini geliştirmektir. Bunun için terapi sürecinde çocuğa güvenli bir alan yaratılır.

ÇOCUK PSİKODRAMASI

Psikodrama sahnesi çocuklara, kendilerini güvende hissedebilecekleri bir ortamda; duygularını, düşüncelerini ve çatışmalarını ifade etme ve çalışma imkanı sunar. Her türlü yaşantılarını bedensel ve sözel olarak rahatlıkla ortaya koymalarına yardımcı olur.

Psikodrama yoluyla çocuklar; kendini ifade etme becerisi kazanır, kendine güveni artar, ilişkilerinde sağlıklı davranışlar benimser, yaratıcılığı artar, rol repertuarı zenginleşir, sorun çözme becerisi gelişir, korku ve kaygılarıyla baş etmeyi öğrenir.

BACH ÇİÇEK TERAPİSİ

Bach çiçekleri, İngiliz Dr. Edward Bach tarafından 1930’larda geliştirilmiş bir şifa yöntemidir. Edward Bach bitkiler dünyasındaki bazı türlerin insanları manevi yönden etkileyebildiğini bulmuş ve bu bitkilerin “homeopatik” özleriyle bazı duygusal hallerin değişebildiğini keşfetmiştir.

Edward Bach korku, çaresizlik, belirsizlik ve kararsızlık gibi olumsuz duygular içerisinde olduğumuzda; yaşamımızda bir şeylerin eksik olduğu olgusundan hareket etmiştir. Bu eksik olan şey, o anda sahip olmadığımız belirli bir enerji veya canlılıktır. Bu enerjiler “Bach çiçekleri” tarafından yerine konabilir ve bu enerji biz de tamamlanana kadar etki ederler.

Bach Çiçek Terapisi, duyguları ve ruh halini uyumlamayla birlikte; bizim kendi kendimizi “iyileştirme gücümüzü” harekete geçirir ve kendi yolumuzu bulmamıza da destek olur. Olumsuz düşünce biçiminden ve olumsuz duygulardan, pozitif düşünme biçimine ve olumlu duygulara doğru bir değişim ve dönüşüm sürecini başlatır.

Bununla ilgili 38 adet kür vardır. Bunlar 38 farklı gruba ayrılmış ruhsal ve farklı duygusal yapıyı teşkil eden nitelikler taşır. İlaç değildir, bazı bitkilerin “homeopatik “kürleridir.

Bach Çiçek Terapisi şu alanlarda kullanılabilir:

  • Gerginlik, Yorgunluk
  • Stres
  • Uyku Sorunları
  • Öfke
  • Aşırı Üzüntü, Şok
  • Çaresizlik
  • Kararsızlık
  • Suçluluk Duygusu
  • Sosyal İlişkilerde Yaşanılan Sorunlar
  • Kaygılar
  • Belirli ve Belirsiz Korkular
  • Konsantrasyon Bozukluğu
  • Özgüven eksikliği vb.

GEVŞEME TEKNİKLERİ

Nefes Teknikleri: Stresle başa çıkmanın ve gevşemenin en etkili yöntemlerinden biri nefes teknikleridir. Doğru ve derin nefes alıp-vermeyi öğrenmek, yapabilmek gevşemeyi öğrenme yolunda atılan en önemli adımdır.

Nefes alıp vermenin kendisi bir gevşeme yolu olduğu gibi, bütün gevşeme egzersizleri içerisinde egzersizin bir parçası olarak da kullanılır. İyi nefes almak, iyi nefes vermekle olur.

Bedensel gevşeme: Gergin olduğumuzda salgılanan kimyasallarla gevşeme durumunda salgılanan kimyasallar farklıdır. Gevşemenin öğrenilmesi ve uygulanması ile, gerginlik sırasında ortaya çıkan kimyasallar kaybolur ve beden gevşeme durumuna geçer. Gerginlik ve gevşeme arasındaki farklılıklar öğrenilir, bedene ilişkin farkındalık kazanılır.

DEVAMINI OKU..

Çalışma Alanları

ÇOCUK

Çocukluk dönemi, hayatın kendisi gibi doğal iniş ve çıkışlarla dolu bir yaşam sürecidir. Bu sürecin sağlıklı, sevgi ve güven dolu bir büyüme ve gelişme içinde gerçekleşmesi hepimizin isteğidir.

Çocuklar gelişim süreçleri açısından; fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel alanlarda değerlendirilir. Çocuğun fiziksel gelişimi kadar duygusal, sosyal ve zihinsel alanlarda da yaşına uygun gelişim göstermesi önemlidir.

Çocuklar gelişim süreçleri içinde duygusal, sosyal ve okul başarısı ile ilgili sorunlar yaşayabilirler. Bu alanların birinde ya da bir kaçında yaşanan zorluk ve problemler çocuğun tüm hayatını etkiler. Bu sorunların bazıları içinde bulunduğu dönemin ihtiyaçları ile ilgili olup, anne-babanın desteği ile çözülebilecek düzeyde iken, bazılarının daha detaylı ele alınıp profesyonel yöntemlerle desteklenmesi gerekir.

Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte, çocuklara ve ailelere; psikolojik danışmanlık ve psikoterapi yapılması süreci kolaylaştırır ve çocuğun hayatını olumlu yönde destekler.

Çocukluk Döneminde Gözlemlenen Sorunlar

  • Çekingenlik/İçe dönüklük
  • Özgüven problemleri
  • Korku/Endişe/Ayrılık Anksiyetesi
  • Tikler/Tırnak Yeme
  • Takıntılı düşünce ve Davranışlar
  • Kardeş Kıskançlığı
  • Alt Islatma/Dışkı kaçırma
  • Yeme Problemleri
  • Uyku Problemleri
  • Akademik başarısızlık/Sınav Kaygısı
  • Dikkat dağınıklığı ve Unutkanlık
  • Ailede Boşanma
  • Ölüm ve diğer önemli kayba bağlı travmalar.

ERGEN

Ergenlik; biyolojik, psikolojik, zihinsel, duygusal ve sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yaşandığı bir dönemdir. Çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecidir. 11-22 yaş aralığı ergenlik süreci olarak kabul edilir.

Gencin içinde fırtınaların koptuğu; fiziksel, psikolojik ve sosyal değişimlerin bir arada yaşandığı ve gelecek yaşantı da belirleyici olan bir dönemdir.

Her ergen, çağına özgü olan duygu, düşünce, tutum ve davranışlar içindedir ve bu süreçten her genç geçmektedir.

Bu dönemde gözlemlenen sorunlar:

  • Ergenin Kimlik çatışmaları
  • Aile İçi İletişim Sorunları
  • Arkadaşlık İlişkilerinde Yaşanan Sorunlar

Duygusal ve Davranışsal Sorunlar (korku, kaygı ve çökkünlük içeren rahatsızlıklar, sosyal uyumsuzluk, öfke problemleri, , içe dönüklük vb.)

  • Akademik Sorunlar (sınav kaygısı, motivasyon eksikliği, dikkat sorunu, ders başarısında düşüş vb.)
  • Meslek Seçimi

Gencin; ergenlik dönemindeki değişikliklere daha rahat uyum sağlayabilmesi ve bu dönemi sağlıklı geçirebilmesi amacıyla, gence ve aileye danışmanlık ve psikoterapi hizmeti sunulmaktadır.

YETİŞKİN

Yaşamımız boyunca hepimiz zaman zaman çeşitli zorluklarla karşılaşabilir ve kendimizi üzgün, sıkıntılı, mutsuz, motivasyonsuz, kaygılı ya da gergin hissedebiliriz. Bu durumlarda bir arkadaşımızla veya bir yakınımızla konuşarak ya da bize keyif veren aktivitelere yönelerek atlatabilirken, bazen de profesyonel birinin desteğine ihtiyaç duyabiliriz. Bildiğimiz yöntemler ve kullandığımız başa çıkma mekanizmaları, yaşamımızıın farklı alan ve dönemlerinde tekrar etmeye başlayan bu sorunların çözümünde yeterli olmaz.  Böyle zamanlarda hepimizin profesyonel psikolojik desteğe ihtiyacı olabilir.

Psikolojik danışmanlık ve psikoterapi; kişinin zihinsel, duygusal ve davranışsal problemlerini bir uzman eşliğinde çözme ve genel iyilik halini arttırma amaçlı bir psikolojik destek sürecidir.

Psikolojik danışma ve psikoterapi desteği ihtiyaç duyan kişiler ne istediklerini bilen ancak çıkış yolunu bulmakta güçlük yaşayan kişilerdir.

Eğer;

  • Ailemle/sevgilimle/eşimle/çocuklarımla ilişkimde sorun yaşıyorum
  • İş /okul yaşamımda sorunlarım var
  • Arkadaş ilişkilerimde sıkıntılar yaşıyorum
  • İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor
  • Kendimi mutsuz, çaresiz ve umutsuz hissediyorum
  • Hızlı duygusal dalgalanmalar yaşıyorum
  • Hayatımı anlamsız ve boş hissediyorum
  • Sürekli yorgunum
  • İştahsızım ve uykularım düzensiz
  • Kaygılarım ve korkularım var
  • Kendimi değersiz ve işe yaramaz hissediyorum
  • İnsanlara güvenmiyorum
  • Kendimi ifade de zorluk yaşıyorum
  • Kendime güvenim eksik
  • Öfkeliyim/öfke patlamaları yaşıyorum/öfkemi kontrol edemiyorum
  • Takıntılarım var
  • Gerçek potansiyelimi yansıtamıyorum
  • Motivasyon ve dikkat sorunları yaşıyorum
  • Sebepsiz ağrılarım var
  • Sınav kaygısı yaşıyorum
  • Rahatlamak istiyorum
  • Yalnızlık hissediyorum, arkadaşlık kurmakta zorlanıyorum
  • Kronik hastalığım var, diyorsanız destek için arayabilirsiniz..

ÇİFT VE AİLE DANIŞMANLIĞI

Bir kadın ve bir erkek bir araya geldiğinde, bunun iki kişilik bir ilişki olduğunu zannederler... Oysa her ikisinin arkasında görünmez kalabalık bir ordu vardır...

Bu ordu her ikisinin kendi içine doğdukları (köken aile) aileleridir. Onlar bir araya geldiklerinde, ilişkiye ailelerini de beraberlerinde getirmişlerdir... Anne-babaları, kardeşleri, büyükanne-büyükbabalar ve onun/sizin bile tanımadığınız daha yukaridaki kuşaklardan aile üyeleri, unutulanlar, dışlananlar, reddedilenler vs... Birbirini çok seven iki insan birbirine yakınlaşmaya çalıştıkça, bu görünmez ordu devreye girerek ilişkiyi manipüle eder.

Bu kalabalık ordu, her aile sisteminde farklı bir biçimde çalışır ve etki eder. Eşlerden biri veya her ikisi kendi köken ailelerinden bir yere kilitlenmiş olabilir. Bu nedenle çiftler/partnerler ilişkide yaşadıkları çeşitli problemlerle geldiğinde: “İlişkide partnerine/eşine yönelemeyen kim?”, “Kiminle çalışmalıyım?”, “ Her ikisiyle de ayrı ayrı çalışmalı mıyım?” sorunu sorarak kiminle çalışacağımı belirlerim. Çiftlerden bazen biriyle çalışmak yeterli olabiliyorken, bazen de her ikisiyle ayrı ayrı seanslarda; ikisinin kendi köken ailelerinde kilitlendikleri noktaları saptar ve her ikisinin aile sistemiyle ayrı ayrı çalışırım. Ve tıkanmaları aşmalarını, sağlıklı bir şekilde birbirlerine yönelmelerini sağlar ya da ilişkinin gerçekten bittiğini kavramalarını ve olması gereken olgunlukla bu ilişkiye veda etmelerine destek olurum.

Eğer çiftler evli ise evlilik danışmanlığı, değil ise çift danışmanlığı denilmektedir. Çift ve aile terapisinde bireylerin ve çiftlerin yaşadıkları duygusal ilişki sorunları teşhis edilir, dinamikler görünür hale getirilir ve müdahale edilir. Ayrıca çiftlerin kendi bireysel ve aile öyküleri alınır.

Bunun yanı sıra aile içindeki çatışmaların, sorunların, korku ve kaygıların tanımlanması, kaynaklarının araştırılıp belirlenmesi ve anlamlandırılması ve somut hedefler saptanarak çözüme ulaşılması konularında çalışır.

Çift/Evlilik ve Aile danışmanlığında amaç; kişileri değiştirmek değil, bireysel gelişimlerine destek olmak, kendi potansiyelini/yaşam gücünü ve yaratıcılığını kullanabilme ve kendi olabilme cesaretini gösterebilmesine olanak sağlamaktır.

Çiftlerin ilişkilerindeki iletişim şekilleri, her birinin kişilik özellikleri, güçlü ve zayıf yönleri ortaya çıkarılır. Bununla birlikte kendilerini ifade ediş biçimleri, problem çözme stillerinin ilişkiyi nasıl etkilediği değerlendirilir.

“Çiftler problemi nasıl tanımlıyor, algılıyor ve hissediyor?” Bunlara bakılır, İlişkilerindeki etkileşimler izlenir ve yansıtılır. Tüm bunlar yeniden tanımlanır, çerçevelenir ve anlamlandırılır…

Çift/ Evlilik ve Aile Danışmanlığından Kimler Yararlanır?

  • Çift/Evlilik ilişkisinde yaşanan uyum sorunları
  • Çocuk, ergen yetişkin ruh sağlığı
  • Çatışmalar
  • Aldatma
  • Boşanma veya ayrılma
  • Korku ve Kaygılar
  • Kıskançlık
  • Çiftlerden birinin ya da ikisinin yaşamında değişiklikler (iş değişikliği, taşınma,doğum, düşük riski )vb.
  • Psikoseksüel zorluklar
  • Anne/baba rolleri ve kimliği
  • Yeni kardeşin dünyaya gelmesi
  • Ebeveynlik becerileri
  • Üvey bireyi bulunan aileler
  • Evlat edinme, üvey ebeveyn ve çocuk ilişkileri
  • Yas, kayıp ve travmalar
  • Kronik hastalıklar
  • Duygusal istismar ve şiddet
  • Alkol ve madde kullanımı
  • Kendine/başkasına zarar verici davranışlar
  • İşle ilgili problemler (performans ve motivasyon kaybı, isteksizlik)
  • Ekonomik zorluklar

HAMİLE DANIŞMANLIĞI

Hamilelik dünyanın en güzel, anlamlı ve bir o kadar da karmaşık duyguların yaşandığı bir süreçtir. Hamilelik döneminin 9 ay sürmesi gerek anne, gerekse baba açısından çok yararlıdır, bu dönem onlara bir bebeğin dünyaya geleceği fikrine alışmaları açısından zaman tanır. Her anne-baba adayı bu süreci fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal ve kabul düzeyini farklı biçimlerde yaşar. Aynı zamanda yaşanan her hamilelik dönemi kendine özgüdür. Bu konuda iki temel farklılıktan sözedilebilir. Birincisi fiziksel her hamileliğin ayrı bir deneyim olmasıdır. İkinci fark ise psikolojik açıdan yaşanır.

İlk üç ayda bazı hormonal değişiklerin etkisi ile anne adayının duygusal yapısı değişebilir. Biraz daha hassas, duygusal, alıngan, ağlamalarının sık olduğu ve ani değişen bir duygudurumu içerisinde bulunabilir. Ayrıca bu dönemde gerek hamileliğe psikolojik olarak alışmak, gerekse bedensel değişiklikleri yaşamak, farklı bir dönem olarak üzerinde durulmasının önemini arttırmaktadır. Anne adayları eşinin, çevrenin ve ailesinin desteğine ihtiyaç duyarlar.

Anne ve baba adayının zihninde pek çok soru vardır. Anne babaların tümü kendi içlerinde ya da karşılıklı olarak yaşadıkları çelişkileri çözümlemek durumundadır.

Hamile kalmadan önce psikolojik bir rahatsızlık yaşayan kadınlarda hamilelik dönemi daha zor geçebilir veya yaşadıkları sorunlar tekrarlayabilir. Özellikle kaygı bozuklukları, depresyon veya panik atak vb… Bu durumda bir uzman desteği almak daha da bir önem kazanır.

Bu dönemde anne-baba adayları destek ve eğitim ihtiyacı hissedebilirler. Anne-baba olmaya hazır olmak ya da olmamak ve bebekleri için en iyisini yapabilmek için birçok sorular ve zorluklar gözlemlenir.

Destek Verilen Konular:

  • Anne/baba olmaya hazırlık
  • Anne olma psikolojisi
  • Baba olma psikolojisi
  • Anne/babanın duygusal ve ruhsal ihtiyaçları
  • Bebeğin duygusal ve ruhsal ihtiyaçları
  • Hamilelik sürecine nasıl uyum sağlayabilirim?
  • Hamilelik sürecinde eşime nasıl destek verebilirim?
  • Hamilelik sürecinde korku/kaygı desteği
  • Hamilelik sürecinde depresyon desteği
  • Erken doğum ve düşük riskleri desteği
  • Kürtaj/ düşük ve kayıp  ile nasıl baş edebilirim?

LOHUSA DANIŞMANLIĞI

Lohusalık; doğumla başlayan, tıbben ilk 6 haftalık dönemi ifade eden, gebelikte meydana gelen değişikliklerin yavaşça ortadan kaybolduğu bir zaman dilimidir. Ancak tam olarak eski hale dönme kadın için, emzirmeyi bıraktığı güne kadar sürer.

Bu dönemde kadında bedensel ve ruhsal değişiklikler olur. Lohusaların çoğunda lohusalık melankolisi, hüznü ya da üzüntüsü adı verilen , doğumdan birkaç günde başlayıp, birkaç hafta da kendiliğinden kaybolan endişeli bir dönem yaşarlar. Her sağlıklı gebe kadın doğum sonrasında yorgun, endişeli, yetersizlik hissi yaşayabilir ve bu endişeli dönemi geçirebilir.

Lohusalık döneminde pekçok sendrom görülebilir. En sık rastlananlar lohusalık depresyonu, lohusalık psikozu, yaşam enerjisi kaybı, isteksizlik, loğusa paniği ve bebeğin reddidir.

Eğer üzüntü, kaygı dönemi bir aydan uzun sürer anne bebeğin ihtiyaçlarını yerine getirmekte zorlanırsa lohusalık depresyonundan bahsedilebilir.

En Çok Kimlerde Gözlemlenir?

  • Eş yada akraba ilgisizliği
  • Geçmişte yaşanılan ruhsal problemler
  • Stres ve desteksizlik
  • Kaygılar
  • Mutsuzluklar
  • Evlilik ile ilgili sorunlar
  • İstenmiyen ve planlanmamış gebelik
  • Bebeğin erken doğması
  • Evli olmama
  • Gebelik sırasında bebekle veya anne ile ilgili tıbbi sorunlar
  • Zor ve sıkıntılı doğumlar
  • Bebeğin lekeli ya da eksik uzuvlu doğması
  • Bebeğin kronik rahatsızlığının olması
  • Uykusuzluk

Depresyon Belirtileri:

  • Halsizlik, bitkinlik
  • Aşırı yorgunluk
  • Yaşamdan zevk almama,
  • Bebekle ilgili bakım ve beslenme konusunda yetersizlik hissetme
  • Aile ve arkadaşlardan uzak durma
  • Dikkati toplayamama, unutkanlık
  • Yoğun mutsuzluk ve boşluk hissi
  • İstek kaybı
  • Durup dururken kendiliğinden ağlamalar
  • İştahsızlık,kilo kaybı
  • Uykusuzluk veya aşırı uyuma
  • Huzursuzluk, gerginlik
  • Sinirlilik, endişe, bunaltı
  • Bebeğe karşı ilgisizlik
  • Bu dönemde anne ve babalara destek vermekte yarar vardır. Aile ve arkadaş desteğinin yeterli gelmediğini gözlemlediğiniz durumda bir uzmandan destek almanız, süreci kolaylaştıracaktır.

EMZİRME DESTEĞİ

0-2 aylık dönemde bebekler ihtiyaçlarının anında karşılanmasını isterler. İçgüdüseldir, acıkınca ağızlarını açıp memeyi ararlar. Bebek sadece aç olduğu için değil; annesinin kucağına gitmek için de ağlar. Kendini onun yanında güvende, rahat ve iyi hisser.

Emzirme; sadece fiziksel /biyolojik beslenme değil, aynı zamanda ruhsal bir beslenmedir. Bebekle anne arasında karşılıklı duygusal bir beslenme sözkonusudur. Emme sırasında anneyle bebek arasında arasında duygusal bir alışveriş olur.

Anne sütüyle beslemek, bebekle anne arasındaki psikolojik bağı güçlendirir. Süt vermeye başlamak, sezaryen doğumla normal doğum için aynı değildir. Vajinal yolla ilaçsız doğumun ardından emzirme daha kolay gerçekleşir; çünkü anne daha rahat hareket edebilir, anne bebeğe daha hızlı adapte olur ve sütü daha erken gelir. Anneyle bebeğin birbiriyle teması daha rahat ve güvenli başlar.

Burada hatırlanması gereken, her annenin sütü gelir. Doğa kadınları buna göre en iyi şekilde programlamıştır. Anneler ilk günlerde çeşitli nedenlerle gerginlik, kaygı ve güvensizlik yaşayabilir. Bu durumda sütün azalmasına, bebeğin emmeyi reddetmesine, isteksizlik göstermesine hatta karşılıklı bir güç savaşına, öfkeye yol açabilir. Bu süre uzarsa sağlıklı ve güvenli bir anne-bebek ilişkisinin tekrar sağlanması için bir uzmandan yardım alınmasında fayda vardır. Bu dönemde kurulan sağlıklı, güvenli anne-bebek ilişkisi aynı zamanda bebeğin gelecekteki ilişkilerinde de belirleyici rol oynadığından anne-baba tarafından dikkate alınmalıdır.

Anne, çeşitli nedenlerle bebeğini emzirmekle ilgili zorluklar yaşıyorsa destek için bizi arayabilirsiniz.

ANNE-BABA-BEBEK İLİŞKİSİ

Doğumdan hemen sonra bebeğin en kısa zamanda annenin kucağına verilmesi; annesiyle bebeğin ilk temasının başlaması, güvenli ve sağlıklı bağlanmanın sağlanmasında en temel basamaktır.

Anne ile bebeğin bu ilk teması, bebeğin anneye bağlanmasında ve annenin çocuğu kabullenmesinde oldukça önemli bir aşamadır.

Bu bağ, daha sonra anne ve babanın bebeğiyle birlikte uyumlu hareket edebilmesi, onu takip edebilmesi, bebeğe yönelik tutarlı davranışlar göstermesi, ihtiyaçlarını zamanında ve yerinde karşılayabilmesi bu bağın güçlenmesini sağlar.

Sosyalleşebilme potansiyeli ile doğan sağlıklı bir bebeğin, anne-babasıyla kurduğu ilk ilişki onun gelecekte kuracağı tüm sosyal ilişkilerinin temelini oluşturur. Anne ve babayla sağlıklı, sağlam güvenli bir ilişki sağlanamadığında, çocuk anne-baba dışındaki kişilerle, çevresiyle güvenli ilişkiler kurmakta zorluklar yaşar. Bu da ileriki yaşlarda çift ilişkilerine yansır. İlişkiler ‘bağlılık’ esasına dayalı değil, ‘bağımlılık’ esasına göre oluşur ya da eşleriyle, diğer kişilerle “bağlanma zorlukları” yaşarlar. Sağlıklı bağlanma gerçekleşmeden, sağlıklı ayrışma (bağımsızlaşma) gerçekleşemez.

Anne ve babayla doğum öncesinde başlayan bağlanma ilişkisi, insanın tüm yaşamı boyunca devam eder ve hayatının her alanında yaptığı “tercihleri” ni ve vereceği “kararları”nı belirler. Romantik ilişkilerden anne-baba-çocuk ilişkisine, kariyer-iş yaşamından cinsel yaşama, dinsel tutumlardan politik inançlara kadar yaşamın her noktasında bağlanma özelliklerimizin etkileri görülür. Bir organizasyonun; örneğin meslek örgütü, dernek ya da vakfın üyesi olup olmamayı, bir romantik ilişki yaşayıp yaşamamayı, takım tutup tutmamayı ya da meslek seçimlerimizi belirleyen temel etken bağlanma stillerimizdir.

Bu nedenle bu süreçte, sorun önleyici danışmanlık almak, sağlıklı bireyler yetiştirmek için büyük bir önem taşımaktadır.

  • Sağlıklı anne-bebek ilişkisinin kurulması
  • Sağlıklı baba-bebek ilişkisinin kurulması
  • Sağlıklı, Güvenli bağlanmanın sağlanması
DEVAMINI OKU..

Hakkımda

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nden, 1989 yılında 2. likle mezun oldum.

1995-2004 yılları arasında İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde Psikodrama Grup Psikoterapisi, Sosyometri, Sosyodrama ve Grup Liderliği eğitimimi “EYLEM METODLARI” teziyle tamamladım ve Psikodrama Terapisti ünvanını aldım.

Danışanlar açısından çok hızlı ve etkin sonuç alınan Sistem ve Aie Dizimi yönteminin Türkiye ‘de eğitimini alan ve akredite olan ilk psikoterapistler arasındayım.

İş deneyimlerime, stajlarıma, aldığım ve verdiğim eğitim ve seminerlere, sunumlara ait daha fazla bilgiye aşağıdaki CV / PDF dosyasından ulaşabilirsiniz.

cv    CV / PDF

DEVAMINI OKU..